YILDIZ TECHNICAL UNIVERSITY FACULTY OF ARCHITECTURE E-JOURNAL

E-ISSN 1309-6915
Volume: 19 Issue: 1
Year: 2024

Current Issue Published Issues Most Accessed Articles Ahead of Print
Index and Coverage
Avery Index
DOAJ
EBSCO
Erih Plus
ESCI – Clarivate
GALE Cengage
Genamics
ProQuest
TR Dizin
TUBITAK Ulakbim
Ulrichs Web
Megaron: 4 (3)
Volume: 4  Issue: 3 - 2009
Hide Abstracts | << Back
FRONT MATTER
1.Megaron 2009-3 Full Issue

Pages I - IV

2.Gated Communities in the Socio-spatial Segregation Process: The Istanbul Case
Evrim Özkan TÖRE, Senem Kozaman SOM
Pages 121 - 130
İstanbul, korunaklı yerleşmelerin öncü olduğu yeni bir kentleşme biçimini deneyimlemektedir. Bu yeni deneyimin ortaya çıkışında etkili olan unsurlar arasında; yeni elit tabakanın doğuşu, küreselleşme dalgası ile ortaya çıkan yeni yaşam biçimleri ve deprem-dayanıklı konut yerleşmelerine olan talebi saymak mümkündür. Sözü edilen etkenlerin tetiklediği korunaklı yerleşmeler, mekânsal ve sosyal ayrışmanın itici unsurları haline gelmiştir. Sosyo-mekansal ayrışmanın varlığı ve boyutları, iki koldan yürütülen bu çalışmanın araştırma sorusunu oluşturmakta, mekansal haritalama ve kişisel görüşmeler yardımıyla tartışılmaktadır. Çalışmada ilk olarak, korunaklı konut yerleşmelerinin İstanbul’da nerede ve nasıl bir dağılım gösterdiği incelenmiştir. Bu kısımda, mevcut özel konut projelerinin yer seçimleri harita üzerine yansıtılmış ve yer seçim kriterlerine ilişkin saptamalar yapılmıştır. İkinci olarak, yerleşme sakinleriyle mülakatlar gerçekleştirilmiş, korunaklı konut yerleşmelerinin hangi kriterler doğrultusunda tercih edildiği, sakinlerin yerleşme içerisindeki mekânsal kullanım alışkanlıkları ve kentle olan sosyo-mekânsal ilişkileri incelenmiştir. Çalışmada edinilen temel bulgular sonuç kısmında tartışılarak aktarılmıştır.
Gated communities are a forerunner in the new form of urbanization emerging in Istanbul. Among the main factors affecting this urbanization process are the new elites, new lifestyles and the demand for physically-secured housing settlements. Triggered by these factors, gated communities have become the impulsive force of social and spatial segregation. This segregation and its dimensions, which compose the research question of this paper, are analyzed and discussed herein with the help of spatial mapping and interviews. First, the locations of the existing private housing projects in Istanbul are mapped and the location criteria for these projects are determined. Second, some factors affecting the segregation, i.e. the residents’ reasons for preferring to live in a gated community, their usage habits of the facilities within the community and their daily commute to the city, are evaluated via interviews. Finally, the main findings are discussed.

3.The Concept of Urban Space Quality
Mehmet İNCEOĞLU, Ayfer AYTUĞ
Pages 131 - 146
Özellikle son on yılda dünyadaki teknolojik, bilimsel gelişmeler paralelinde kentleşme kavramının yeniden sorgulaması ile beraber; kentlerdeki yaşanabilirlik, insanların yaşam kalitesi ve kentsel mekân kalitesinin geliştirilmesine yönelik ciddi araştırmalar yapılmakta ve bunların sonuçları araştırma raporları olarak sunulmaktadır. Kentsel mekân bir şehrin/kentin ana bütünleşme aracıdır. Kentsel mekânlar kentlilerin ya da değişik kullanıcılarının kültürel birikimlerini paylaştığı, aktardığı, tekrar öğrendiği yerlerdir. Aynı zamanda kentin tanımlanması (o kente dair imaj oluşumu) bağlamında kullanıcıların; kültürel kimlikleri, kişisel gelişimleri ve insanların birbirleriyle etkileşimleri sonucu kentli olma deneyimini elde etmesi de bu mekânlarda olmaktadır. Kentlerde ya da şehirlerde kamusal mekânla ilgili karşılaştığımız pratik ve kavramsal problemlerin birçoğu metodolojiktir. Bunun sebebi, “kamusal mekân” denildiğinde neyin anlaşıldığı ya da neyin kastedildiğinin tam olarak bilinmemesidir. Aslında bu karmaşanın anlaşılabilmesi sorunu sosyal, politik, fonksiyonel ve estetik meselelerin gelişigüzel ele alınması ile değil de bilimsel anlamda uzmanların bu konuları net bir şekilde araştırmalarıyla ilgili buldukları çözümlerin ortaya koymasıyla aşılabilir. Bu çalışmada da dünyadaki gelişmeler paralelinde, ülkemizdeki mekân kalitesi bağlamında, gerek tasarımı yeni yapılacak gerekse yeniden düzenlemesi yapılacak kentsel mekânlara (meydanlar ve sokaklar) yönelik kullanılabilecek mekânsal kalite parametrelerinin belirlenmesine çalışılmıştır.
Especially during the last decade, in parallel with the technological and scientific developments in the world, empirical researches have been conducted on the livability in urban spaces, people’s quality of life and the development of the urban space quality, together with a general questioning of the concept of urbanization. The results of these researches are presented as research reports. Urban space is the main tool integrating a city. Urban spaces are shared by the city-dwellers and various users, and serve as the environment in which they convey and relearn cultural accumulation. Moreover, in the context of defining the urban environment (the formation of the image regarding that city), city-dwellers acquire the experience of being a city-dweller as a consequence of their cultural identities, individual development and interaction with each other in these spaces. In cities or urban places, the practical and theoretical problems experienced with respect to public spaces are mostly methodological since it is not exactly known what is meant or understood by “public spaces”. The problem of understanding this complication can be solved not by evaluating the social, political, functional, and aesthetic issues randomly, but by the experts’ clear presentation of the solutions related to their research. In this study, in parallel with the developments in the world, the parameters of space quality to be used were determined for the urban spaces (squares and streets) in our country to be redesigned and renewed in the context of the quality of space.

4.From Chaos to Order: “Synergetic Society, Synergic Administration and Synergistic Planning” Case Study: The Building Process of a Primary School in the Process of Self-Organization after the 1999 Marmara Earthquakes
Nazire DİKER, Ayşe Nur ÖKTEN
Pages 147 - 162
İletişim ve bilgi teknolojilerinin sürekli geliştiği günümüz toplumlarında, küresel etkileşimlerin artışı ile birlikte her alanda ilerlemeler, çeşitlenmeler, değişim ve dönüşümler insanlık tarihindeki en hızlı dönemini yaşamaktadır. Her şeyin her an değişebildiği ve önceden tahmin edilmesinin giderek zorlaştığı “belirsizlik ortamında” mevcut düzen yeni ilişkilerin gerektirdiği ihtiyaçlar ve sorunlar karşısında yeterli esnekliği gösterememektedir. Bu durum da toplumların kaotik olarak algılanmasına ve gelecek kestirimine dayalı olan planlama anlayışının ontolojik problemler yaşamasına neden olmaktadır. Bu makalenin amacı, planlama süreçleri için belirsiz ve kaotik durumların ortaya çıkmasına neden olan toplumsal değişim-dönüşümleri anlamaya çalışarak, doktora tez çalışmasında geliştirilen “sinerjetik toplum modeli” ile “sinerjik yönetim ve sinerjist planlama yaklaşımları”nı kısaca özetlemektir. Modelin temelini oluşturan ve kaos içinde kendi-kendine organize olan iletişim-etkileşim kanallarıyla gelişmeye başlayan “toplumsal sinerji”; 1999 Marmara depremleri sonrasında yaşanan kaos ve kendi-kendine organizasyon süreçlerinde incelenmiştir. Deprem sonrasındaki toplumsal sinerji ile Kılıçköy / Yalova’daki bir ilkokulun yapım süreci, farklı düzeyler ve farklı dinamikler arasındaki iletişim-etkileşim kanalları örneğinde açıklanacaktır.
In contemporary societies, through the advances in the technologies of informatics and communication, global interactions are increased, and developments, variations, changes, and transformations in any field are shared more rapidly than at any previous time in human history. Existing systems have been unable to show the necessary flexibility regarding the new requirements and the problems of new relations due to unpredictable circumstances. This can lead to the perception of chaotic societies and cause ontological problems in planning, which is based on future predictions. The main goal of this paper is to summarize the “synergetic society model”, “synergic administration” and “synergistic planning approaches” (developed for the dissertation). These concepts will help us to understand uncertain and unpredictable social changes. According to our model, “social synergy”, which is spontaneously emerging and organizing via communication channels, is thoroughly examined in the processes of chaos and self-organization as experienced following the eastern Marmara earthquake in 1999. The building process of a primary school with the help of social synergy in Kılıçköy / Yalova after the earthquake is explained on the basis of communication channels between different levels and with varying dynamics.

5.Suleymaniye: Possible Solutions for a New-Age Spirit - A Phenomenological Approach
Lerzan ARAS
Pages 163 - 174
Unkapanı’ndan Bozdoğan Kemerine uzanan bir alanda tarihi dokunun çoğunlukla yok olduğu bir ticaret ve konut bölgesi yer almaktadır. Süleymaniye Camii’nden uzakta kaldığı için turistik avantajları kullanamayan bu bölgede temel yaşamsal gereksinimlerini zorlukla gideren bir kesim yaşamakta ve ekonomik yetersizlikler tarihi dokunun hızla çöküşüne yol açmaktadır. Şimdiki yerel yönetim tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan yenilemeler mevcut sosyal yapının değişimi ve tarihin yeniden canlandırılması üzerine kurulmuştur. “Mevcut sosyal yapının modern çağın gereklerine adapte edilebilmesi mümkün değil midir ve Süleymaniye’de doku yeniden oluşturulurken, hangi kriterler ve kavramlar ön sıralarda yer almalıdır?” sorularına cevap arayan bir grup mimarlık öğrencisi ile yapılan çalışma sonucunda eşitlik ve evrensellik kavramlarının ortak bir platforma taşınabilmesi, “şimdi’nin ruhu”nun hissedilmesi, farklı ve özgül kimliklerin süperpoze edilebilmesi ve rafine bir duyarlılık içinde tartışma ortamlarının oluşturulabilmesi için öneriler geliştirilmiştir.
Along the rear of the Unkapanı Dry Goods Market and extending to the Bozdoğan Arches lies a residential and commercial area where shanty settlements form the ruined historical fabric. The area is too remote from the Süleymaniye Mosque to benefit from the steady tourism. Today, the promising social and architectural configuration of the area seems to be forever lost. Abject poverty in the region, whose residents are either unemployed or can barely support themselves, bears witness to the rapid downfall of the region’s historical texture. Renovation endeavors undertaken by the local government focus on changing the current social structure and revitalizing the history of the area. A group of architectural students have run pilot studies to address the questions of whether it is possible to help the current social structure adapt to the modern age and which criteria and concepts need to be considered when rebuilding the historical structure. Carrying the concepts of equality and universality to a common ground, feeling the “spirit of presence”, superpositioning different and specific identities, and creating discussion platforms of refined sensitivity comprise the core of this article.

6.Interaction of Transportation and Location of Urban Facility Areas in the Case of the Historic Peninsula in Istanbul
Cenk HAMAMCIOĞLU, Zekiye YENEN
Pages 175 - 190
Kentlerde erişilebilirliğin temel unsuru ulaşım ağı ve arazi kullanım ilişkisidir. Gelişen teknoloji büyük kentlerde ekonomik ve sosyal yaşam biçimlerinin yanısıra, kentiçi ulaşım ağı ilişkilerine bağlı olarak, arazi kullanımda işlevlerin yerseçiminin değişmesinde de etkin role sahiptir. Teknolojinin gelişmesi ile kentiçi ulaşımda, örneğin kentiçi toplu taşıma sistemlerinde olduğu gibi, kullanıcılar açısından olumlu çözümler ortaya konulabilmektedir. Ancak kentiçinde gerçekleşen günlük yolculuklarda özellikle bireysel kullanım aracı olan otomobilin yoğun kullanımı bu konudaki çözümlere en önemli engellerdendir. Günümüzde otomobil sahipliliği gelişmişlik düzeyi göstergelerinden biri olmasına karşılık raylı ve denizyolu toplu taşıma sistemlerinin yeterince gelişmediği veya sistemlerarası bütünleşmenin kurulamadığı günlük kentiçi seyahatlerde lastik tekerlekli araçların (otomobil, otobüs vd.) kullanımı yüksek değerlere çıkmaktadır. Bu durum kentlerin özellikle tarihi kesimlerinde önemli trafik, koruma, gürültü kirliliği, görsel, estetik gibi çevre sorunlarına yol açmakta ve sosyal, kültürel, turizm etkinliklerinin yanısıra farklı amaçlarla spekülatif baskıların yıpranma sürecini hızlandırmasına neden olmaktadır. Bu makalenin konusu yukarıda kısaca özetlenen sorunların yoğun olarak yaşandığı İstanbul Tarihi Yarımada’dır. Makalede günümüzde Tarihi Yarımada’da yeralan, metropoliten alan ve bir kısmı ülke ölçeğinde hizmet sunan kentsel hizmet alanlarının yerseçiminde ulaşım ağının önemi etkileriyle ortaya konulmaktadır. Bu amaç doğrultusunda makalede seçilen kentsel hizmet alanlarında gerçekleştirilen veri toplama ve kurumiçi anketlerinin istatistiksel değerlendirme sonuçlarına dayanılarak bulgular hipotezler ile test edilmekte, ayrıca yaya ve taşıt trafiği yoğunluğunu artıran kentsel hizmet-donatı alanları belirlenmekte ve ulaşımın hizmet-donatı alanlarının yerseçimi açısından öne çıkardığı ölçütler ortaya konulmaktadır. Çalışmada öne çıkan sonuçlardan biri Tarihi Yarımada’da süreç içinde uygulanmış plan kararları, plandışı ulaşım yatırımlarının tarihi kesimde konumlandırılmasıdır. Bu nedenle üst ölçekli kentsel hizmet-donatı alanlarını sınırları içinde barındıran Tarihi Yarımada gün içinde metropoliten alandan üst sıralarda yolculuk çekmektedir. Oysa günümüzün tarihi çekirdeği olan kentlerinin ulaşım ve arazi kullanım planlamasında merkezin prestijine uygun düşmeyen çeşitli altyapı ve teknik birimler, üst kademe yollar ve önemli aktarma odakları tarihi kesimden çıkartılırken, Tarihi Yarımada tam tersi bir sürece maruz bırakılmaktadır. Ayrıca nüfus ve ihtiyaçların artması tarihi dokunun sınırlı parsel boyutları nedeniyle kentsel hizmet-donatı alanlarının yeni alan ihtiyaçlarına yanıt verememektedir. Alan yetersizliği ve hizmet nüfusunun artması bugün servis taşımacılığını kullanan kentsel hizmet-donatı alanlarında çeşitli kurumların desantralizasyonunu gündeme getirmektedir. Bu yöndeki gelişmeler İstanbul’da merkezin prestijini kaybederek karayolu erişimine bağlı yerseçimi riskini artırmaktadır. Çalışmanın sonucunda çözüm olarak “trafik sınırlı kent” modeli önerilmektedir.
The main component of accessibility in urban areas is the relation between the transportation network and land use. Improvements in technology have an effective role on the location of urban functions on behalf of urban transportation networks in addition to the economic and social life in the cities. In some cases, technological improvements in the transit systems demonstrate positive and beneficial solutions for the citizens. However, the increasing use of individual automobiles in the cities constitutes one of the most consequential difficulties. The number of automobile owners is stated to be an indicator of the advanced level of cities; however, when the rail or sea transit systems are insufficiently developed and/or when integration between the transit systems is lacking, the use of individual automobiles in daily urban travels escalates dramatically. Such a situation results in serious accessibility problems especially in the historical core of the cities, which are often not planned or developed for vehicular traffic. Under these circumstances, besides the intensive use of social and cultural activities, the speculative aims hasten the deterioration process of the historical districts and cause secondary effects in the form of noise, visual and aesthetic pollution. The Historic Peninsula in Istanbul Metropolitan Area is experiencing the above-mentioned challenges. This article puts forward the importance of the transportation network and its effects on the location of urban facility areas such as administration, education and health, which comprise the whole metropolitan area or national scale of facilities throughout the history in the Historic Peninsula. Finally, based on the hypothesis, the statistical evaluation methods of data collection and interval surveys, which were applied at sample urban facilities during the case study, were analyzed. Furthermore, the criteria for the interaction of transportation and location of urban facilities highlighted by the study are discussed. One of the striking implications is the existence of urban facility areas situated in the Historic Peninsula, which attract both metropolitan and national scale trips during the day. Today, in transportation and urban land use planning, the facilities are drawing high volumes of vehicular and pedestrian traffic out of the historic parts; however, in contrast, the Historic Peninsula is complicated and fully motorized. Furthermore, the limited building lot sizes, which cannot respond to the growing population, raises the issue of decentralization of urban facilities that also use service vehicular transportation today. These circumstances may cause Istanbul to lose the prestige of her historic center and increases the risk of the relocation of central urban facilities according to only highway access. In an effort to avert this situation, a “traffic-limited city” model is suggested for Istanbul in the final proposal section.

7.Call Centers as Opportunities in Development of Less Developed Regions
Ebru SEÇKİN, Ayşe Nur ÖKTEN
Pages 191 - 202
1980’lerden itibaren yaşanan ekonomik yapılanma sürecinin sonunda esnek üretim, işgücünün mekansal ayrımı gibi kavramlar sosyal bilim adamları tarafından tartışılmaya başlamıştır. Ayrıca hizmetler üzerine olan ilgide artmıştır. Bu dönemde hizmet ve üretimde pekçok iş otomasyonlaşmıştır. İşlerin otomasyonlaşması ile birlikte özellikle ileri ekonomilerde rutin ve rutin olmayan faaliyetler mekansal olarak birbirinden ayrılma eğilimine girmiştir. Özellikle arka ofis işler (bordro, muhasebe, faturalama, kredi kart hizmetleri, şikayet alma, çağrı merkezi) olarak tanımlanan rutin faaliyetler ucuz ve nitelikli işgücünün olduğu az gelişmiş bölgelere taşınmıştır. Arka ofis işlerden biri olan çağrı merkezleri müşterilerle yüzyüze iletişime gerek duyulmadan telefon üzerinden hizmetlerin sunulduğu yerlerdir. Bu makalede, Türkiye’de ekonomik olarak dezavantajlı bölgelerin ekonomik gelişmesi için çağrı merkezinin bir fırsat olup olmadığı tartışılmaktadır.
At the end of the economic reconstruction process experienced since the 1980s, social scientists have discovered new industry areas, concepts such as flexible production and spatial division of labor, and they began focusing increasingly on services. During this era, many professions in the production and service sector were eliminated as a result of automation. There has been a growing tendency towards the spatial separation of routine and non-routine office activities in advanced economies. Routine activities that are defined as back office activities, mainly involving data processing (e.g. payroll, accounting, subscriptions, billing, credit card services, claims processing and word processing), so-called “call centers”, are moved to less developed regions with cheap and skilled labor. Call centers are offices established by organizations to deliver services remotely by telephone, replacing the need for face-to-face interaction with customers. This paper considers the implications of call center work on economic development in regions in Turkey facing relative economic disadvantage.

8.Re-evaluation of Rural Development Problematic in the Context of Social Capital
Tuba İnal ÇEKİÇ, Ayşe Nur ÖKTEN
Pages 203 - 213
“Kırsal kalkınma” konusu son yirmi yıldır gündemde önemli bir yer tutmaktadır. Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Avrupa Birliği gibi uluslarası kuruluşların yanısıra pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke yönetimi kırsal kalkınma olgusuna daha fazla kaynak ve zaman ayırmak durumunda kalırken, iktisat, politika ve coğrafya literatürü de teorik tartışmaların temelini oluşturmuştur. Bu süreçte kırsal yoksulluk, dengesiz gelişmeye bağlı olarak kente göç hareketleri, toprak ve su kirlenmeleri, tarımsal girdi ve üretim sorunları, birçok toplumun öncelikli problemlerinin arasında yer alırken; küresel çözüm arayışları da gündeme gelmiştir. Türkiye’nin de gündeminde önemli yer tutan kırsal kalkınma sorunsalı bu makalede farklı bir perspektifte ele alınmaktadır. Söz konusu küresel çözümlerin ortaya koyduğu kırsal kalkınma politikalarını, kırsal alanların özgün sosyal yapısı ile ilişkileri bağlamında değerlendirmek makalenin amacını oluşturmaktadır. Buna göre, makale kapsamında kırsal kalkınma alanında yaşanan paradigma değişimi açıklanarak, sosyal sermayenin kırsal kalkınma açısından rolüne değinilmiştir.
The matter of “rural development” has been an important issue for approximately 20 years. International organizations like the United Nations, the World Bank and the European Union, as well as many developed and developing countries are devoting increasing time and resources to the rural development issue. Studies in economics, politics and geography, on the other hand, lay out the theoretical framework in this matter. Rural poverty, migration to urban areas, pollution of water and agricultural land, problems of agricultural production, and introducing global solutions to these problems have become primary issues on the agendas of many countries. The aim of the paper is to discuss the rural development policies with built-in global solutions in a new perspective, in the context of local social structure and relations. Accordingly, the paper addresses the change in the rural development paradigm and the role of social capital in rural development.



© 2024 Yıldız Teknik Üniversitesİ Mimarlık Fakültesİ



LookUs & Online Makale